Vukuat Var - Orhan Kemal

Kitabın Künyesi

Yazarı: Orhan Kemal
Sayfa Sayısı: 415
Tür: Türk Edebiyatı

Yayınevi: Epsilon Yayınevi
ISBN: 975-331-696-8
Baskı Tarihi: Ocak 2005
Özgün Dili:
Türkçe
Fikrim: Hanımın Çiftliği üçlemesinin ilk kitabı olan ve Orhan Kemal'in ustalığını konuşturduğu bu eseri kesinlikle tavsiye ediyorum.

Arka Kapak - Tanıtım Yazısı


'Vukuat Var', emek-üretim ilişkileri henüz bir çözüme ulaşamamış; güçlünün zayıfı ezdiği; paranın gücü temsil ettiği; küçük insanların çoğunlukla hayal kırıklığına mahkûm olduğu adaletsiz bir dünyada, aşka sığınarak teselli bulmaya çalışan iki gencin hikâyesi. Romanın arka planında Orhan Kemal'in pek çok kitabının başkahramanı olan, üç kuruşa ırgat çalıştırılan pamuk tarlaları, emeğin sömürüldüğü çırçır fabrikaları, kir pas içindeki sokaklara sıralanmış pis, bakımsız evleri ve yakıcı sıcağıyla 1950'lerin Adana'sı var.

Dört karısıyla sayısını unuttuğu çocuklarının kazandığı her kuruşa el koyan Cemşir Ağa'nın fabrika işçisi kızı Güllü ile aynı fabrikada işçi olan Fellah Kemal, birbirlerine âşık olur, karşılarına dikilen Engellerle savaşır ve ne yazık ki kaybederler...

Ancak Orhan Kemal, her zamanki gibi, satır aralarında, emeğin değerini bulması, kadınların kişilik kazanması ve bireyin eğitiminin bu karanlığı aydınlatacak tek yol olduğunu fısıldamaya devam etmektedir.
Eleştiri Yazısı

Hanımın Çiftliği üçlemesinin ilk kitabı 'Vukuat Var', Güllü'nün Kemal'e olan aşkını anlatıyor. Bunun yanı sıra çırçır işçilerinin acılarını, zengin-fakir uçurumunu, halkçı-demokrat ayrımını yansıtması sebebiyle toplumcu bir eser de sayılabilir.

Üçlemenin ilk romanı “Vukuat Var”, karakterleri bakımından oldukça zengindir. Bunu bir inceleme yazarının ağzından dinleyelim: "Debdebeli bir aşiret yaşamından, geleneksel seçkinlikten pamuk tarlalarında çapa işçiliğine ‘elciliğe’ düşmüş, yoksullaşmış, dört karısı ve sayısını unuttuğu çocuklarıyla Cemşir, onun can arkadaşı, akıl hocası, sırdaşı Berber Reşit, büyük toprak sahibi Muzaffer Bey, kâhya Yasin Ağa, Cemşir’in kızı Boşnak Güllü, çırçır fabrikalarındaki kadın ve çocuk işçiler, pragmatist köy imamı Kabak Hafız, kirli bardaklarındaki şarapları, buğulu camları duman altı dükkânlarıyla kebapçılar; Türkler, Araplar, Kürtler, Boşnaklar… Kısaca, Çukurova’nın tarım çarkının bütün dişlileri ve onların hayatları geçer gözümüzün önünden. Orhan Kemal’in onların dünyasıyla olan yakınlığını, tanıdıklığını hissederiz romanda. Topraksız köylülerin ağaların insafına terk edilmişliğini, Demokrat Parti’nin ‘umut’tan umutsuzluğa ve hayal kırıklığına geçişini buluruz. Yoksulların, niteliksiz yığınlar halinde işçilerin, topraksız köylülerin, neden ve nasıl hiçbir bilinci yokken, ağaların ve nitelikli işçilerin (ustaların) bilincinin nasıl oluştuğu, var olduğu yazarın ustalıklı olay örgüsüyle çıkar karşımıza. Büyük toprak sahibi Muzaffer Bey’in CHP’den Demokrat Parti’ye uzanan macerasının hangi tarihsel arka planlar üzerine yükseldiğini, romanın dili ve anlatım imkânlarıyla okuruz. Tam tersine, topraksız köylü Habip’in bilinçten uzak intikam duygusunun, insanı nasıl sonuçlara götüreceğini de gösterir bizlere."

Romanda geçen "Biliyün mü?", "At da sağa avrat da." gibi söz öbekleriyle Adana şivesini, Çukurova'daki pamuk tarlalarının anlatılışı muhteşem. Orhan Kemal, çırçır fabrikalarında çalışanların sorunlarını, Adana'daki fakir halk ve zengin ağa arasındaki uçurumu gözler önüne sermede çok başarılı. Teneke mahallesindeki yaşantı ve çarşı-pazar bölümleri son derece yaşanıyormuş gibi verilmiş. Ayrıca 1950'lerin siyasi yaşamının yansımaları da romana yedirilmiş. O yılların "Halkçı" - "Demirkırat" ayrımı verilmekle kalmamış alttan alta bunun bir eleştirisi de yapılmış. Romanın kahramanları o kadar iyi karakterize edilmiş ki Kabak Hafız'ı, Elci Cemşir'i, Berber Reşit'i, Reşit'in kuru karısı ile kişilerin özellikleri son derece canlı. Romanda 1950'li yıllarda yaşayan ve söyleşen bir Adana var. Anlayacağınız, 1950'lerin hayat anlayışına ışık tutan bir eser bu. Şiveli söyleyişleriyle halkın konuştuğu çok sade bir dili kullanan yazar, üçlemenin bu ilk cildinde basit bir aşk hikayesini anlatıyor. Tek hayali Kemal'ine kavuşup ustabaşı karısı olabilmek olan Güllü'nün Kemal'ini kaybedişi okura sunuluyor. Aslında 'Güllü'nün yaşadıklarını hak etmediği' düşüncesi romanın her sayfasında aklımızda yer ediyor. Ancak usta yazar, bu düşüncemizi serinin ikinci kitabıyla kırıyor.

Orhan Kemal, Türk romanında “kadın işçi” olgusunu ilk işleyen yazarlardan biri olarak, değişmekte olan toplumsal ilişkilerin niteliğini, geleneksel ilişkilerde var olan bütün acımasız yönleri betimleyerek anlatır. Sömürünün sadece fabrikada patronun, tarlada ağaların tekelinde olmadığını, ucuz kadın ve çocuk emeğinin kullanımında, bizzat geleneksel-feodal aile ilişkilerinin nasıl etkili olduğunu romanın diliyle gözümüzde tekrar canlandırır.

Yazar, kişilerin o ikiyüzlülüğünü, çıkarcılığını her fırsatta dile getirmeye çalışmış. Berber Reşit'in, Kabak Hafız'ın ve daha nice kişilerin ikiyüzlülükleri romanda gerçekçi bir biçimde hayat bulmuş.

Orhan Kemal'in bu kitaptaki üslubuyla ilgili bir sitede bakın neler söyleniyor: "Orhan Kemal’in diğer romanlarında ve hikâyelerinde göze çarpan bir özelliği burada da karşımıza çıkar: Karakterler, anlatım yerine diyaloglarla (yani onları toplumsal ilişkiler bağlamına oturtarak) okuyucu tarafından karşılıklı konuşmaların ‘dinlenmesiyle’ oluşturulur. Bu, bütün estetik metinlerde olduğu gibi romanda da zorunlu olan ‘tamamlayıcılık’ öğesidir. Fakat karakterlerin ‘konuşturularak’ oluşturulması işinin büyük bölümünün okuyucuya bırakılması, Orhan Kemal’in romanlarında, yazarın hem dilin zenginliğini, hem de farklı toplumsal katmanlardaki kullanılma biçimlerine ve anlamlarına hâkim olmasından kaynaklanan bir ustalıktır. Çünkü bir romancı için dilin bütün esnekliğiyle karakterleri anlatmak, ‘çizmek’ görece farklı bir durumdur ve bir yazar ustalığı istediği kesindir; ama onları konuşturmak ise daha büyük ustalık ister! Çünkü yazar, anlattığı karakterleri, soyutlanmışlıktan toplumsal varlıklar düzeyine canlılık katarak indirirken, o karakterlerin konuşmaya başlamasından itibaren onlara toplumsal bir hayat vermiş olur." Bu münasebetle film seyreder gibi kitap okumuş oluyorsunuz.

Romanın bir baskısının arka kapağında da roman için şunlar söyleniyor: "Çukurova'nın zorlu insan ilişkilerini ele alan Hanımın Çiftliği üçlemesinin ilk kitabı olan Vukuat Var, değişen sosyal ilişkilerin insanların yaşamlarını ve bilinçlerini nasıl yönlendirip değiştirdiğini ele alan bir roman. Vukuat Var, toprağını kaybedip yoksullaşan köylülerle gittikçe güçlenen toprak ağaları arasında gerilen ilişkileri ele alırken kadın işçilerin de bu ilişki içinde kimliklerini yeniden oluşturmasına tanıklık ediyor."

Din adamlarının kötü yaşantısı da Kabak Hafız adı altında sembolize edilmiştir. Burada da döneme bir eleştiri söz konusudur.

Son olarak yine bir alıntıya yer vermek istiyorum. Romanda, "Değişen dünya koşullarının Türkiye’deki toplumsal yaşamın dinamiklerine nasıl nüfuz ettiğini romanın dünyasından izleriz. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki tarımda makineleşme hamlelerinin, Çukurova’daki tarımın ve sanayiye olan yansımalarının, çok partili siyasal gelişmelerin ilk yıllarındaki kavram kargaşalarının, geleneksel insan ve toprak ilişkilerindeki büyük dönüşümün ilk habercisi olayların geçiş yeri gibidir, “Vukuat Var” romanının dünyası. Öyle ki, Cumhuriyet’in en başından itibaren, CHP’nin (ve “devrimlerin”) Çukurova’daki yılmaz savunucusu, büyük toprak ağası Muzaffer Bey’in bile, gelinen 1950’li yıllardaki hızlı dönüşümlerin etkisiyle, geçmişe olan ‘imanını’ sorgulama gereği duymasına, idealizmi yerine ‘ekonomik akıl’ın galebe çalmasına şahit oluruz."

Yazımı tamamlarken eseri okumanız için önerimi bir kez daha yineliyorum. Çünkü 400 sayfalık roman öyle hızlı ilerliyor ki romanın bittiğine inanamıyorsunuz. Su gibi akıp geçiyor. Nitekim yazar dahi romanı yirmi günde yazdığını söylemiş. Zaten bu hızda yazılan bir kitabın sıkıcı olması beklenemez. 1950'li yılların sosyal ve siyasi yapısının Adana coğrafyasındaki yankılarını bir aşk hikayesi eşliğinde okumak istiyorsanız kesinlikle okumalısınız derim ben.

Hanımın Çiftliği - Orhan Kemal

Kitabın Künyesi

Yazarı: Orhan Kemal
Sayfa Sayısı: 358
Tür: Türk Edebiyatı

Yayınevi: Everest Yayınları
ISBN: 978-975-289-477-8
Baskı Tarihi: Ekim 2009

Özgün Dili: Türkçe
Fikrim: Hanımın Çiftliği üçlemesinin ikinci kitabı olan Hanımın Çiftliği'ni kesinlikle tavsiye ediyorum.

Arka Kapak - Tanıtım Yazısı


Büyük romancımız Orhan Kemal'in televizyon dizisi olarak da yoğun bir ilgi uyandıran üçlemesi Hanımın Çiftliği'nin ikinci kitabı olan Hanımın Çiftliği, edebiyat tarihimizin en sevilen romanlarından biri.

60'lı yıların sınıfsal çelişkilerinin yetkin bir biçimde ele alındığı bu roman,paranın el değiştirme sürecinde yaşanan sancıları dile getiriyor. İnsanın en soylu duygularından biri olan aşkın soysuzlaştırdığı bir dünyayı anlatan Hanımın Çiftliği, her şeye karşın insanın insanlığına inanan, umut ve aydınlıktan vazgeçmeyen bir yazarın görüşlerini dile getiriyor.

Hanımın Çiftliği, büyük yazar Orhan Kemal'in ustalığının doruklarına ulaştığı bir roman.

Eleştiri Yazısı

Eserdeki konu; Vukuat Var'da biten basit aşk hikayesinin devamı. Fakir bir ırgatken büyük bir çiftliğin hanım ağalığına yükselen Güllü’nün maceraları. Ancak bu roman, Adana, çiftlik, ağa, yanaşma, maraba, burjuva, köylü ve daha birçok şeyin can bulduğu romandır. Türk edebiyatının yapıtaşlarındandır. Topraksız köylüler, başlık parası, aşk... Roman bu gibi pek çok konuya değinir. Pek çok çatışmaya ev sahipliği yapar. Ancak tek bir temel çatışma vardır. Köylü ve ağalar arasındaki kulluk-efendilik çatışmasıdır.

Güllü tökezleyen bir karakter. Romanı okurken, önceleri küçük olup da sonradan kendiliğinden büyüyen hırslarınına yenik düşen Güllü'ye acısak mı kızsak mı bilemiyoruz. Muzaffer Bey ise kadınları sadece birer tutku ve eğlence aracı olarak görür. İşçiye acımaz. Aylık almışlar mı almamışlar mı önemli değildir. Zaten bu yüzden okuyucu Hanımın Çiftliği'nden Kaçak'a geçiş sırasında acımaz ne Muzaffer Bey'e ne de Güllü'ye.

Her yazarın beslendiği bir coğrafya ve toplumsal gerçeklik mutlaka vardır. Hangi estetik gelenek ve etkinlik içerisinde bulunursa bulunsun, yazarın kendi gerçekliğiyle olan teması ya da onu dönüştürerek anlatma ve yansıtma biçiminin ele alınması, sözü edilen toplumsala ait birtakım ipuçları da barındırır. Özellikle Orhan Kemal kendi coğrafyası olan Çukurova'dan çok şeyler almış, eserlerine de bunlardan çok önemli şeyler katmıştır. Dönem özellikleri, toplum yaşantısı, yazarın özyaşam öyküsü, toprak ilişkileri, değişen ekonomik-tolumsal işleyiş, politik gelişmeler, köy hayatı ve dönemsel siyasi ve sosyal çatışmalar, Orhan Kemal'in romanında çokça yer alır. Özellikle de Orhan Kemal’in Çukurova’daki toplumsal ilişkileri anlattığı üçlemesinin de böyle bilgiler çıkarmak için zengin karakter ve olaylar barındırdığı söylenebilir.

Bir internet sitesinde Orhan Kemal'in Çukurova'yı anlatışındaki ustalık şöyle belirtilmiş: "Türk Edebiyatında, Çukurova pek çok yazar tarafından işlendi. Ama Orhan Kemal’in anlattığı Çukurova, sadece geleneksel tarım işçiliği ve büyük toprak sahipliğiyle sınırlı değildir. Ve Çukurova’daki köyün romanı da değildir. Onun anlattığı makineleşme/modernleşme çabalarına paralel, bütün geleneksel ilişkilerin ve egemen yapıların çözülmesi ve dönüşmesidir. Köylülerin bir şekilde tarımdaki geleneksel sömürüyle birlikte, tarıma dayanan sanayide de aynı ilişkilerin ağına düşmesidir; fakat fark, bireyleşmenin nitelikli işgücüyle başlaması ve giderek oluşmaya başlayan bir bilincin akışıdır. Sadece erkeklerin değil, daha güçlü ve acımasız biçimde kadınların ve çocukların sanayide ucuz işgücü olarak kullanılmasının da başlangıcını oluşturur. Süreç, toplumsal değişmelerin diyalektik zorunlu sonucu olarak kendi koşullarıyla biçimlenen bir birey olma ve yarı-bilincin de ortaya çıkması sürecidir."

Bu roman, teneke mahallesi ile ağanın çiftliği arasındaki farkı koymada son derece önemlidir. 'Vukuat Var' romanı, Hanımın Çiftliği'nde devam eden Güllü'nün hayatının bir başlangıcı iken, 'Hanımın Çiftliği' romanı, Kaçak'ta devam eden Habip'in öyküsünün bir başlangıcını teşkil eder ve Kaçak'ta zirve yapacak olan dönemin siyasi eleştirisinin bir başlangıcıdır.

İlk romanda acıdığımız Güllü'ye romanın sonlarında nefrete yakın bir duygu hissediyoruz. Çaresizlik yüzünden çiftliğe gitmeyi kabul eden Güllü'nün hırslarına yenilip Serap olma öyküsüdür aslında bu roman. Onu sürekli döven babasıyla babasının arkadaşı ve akıl hocası Berber Reşit'ten bir nevi intikam alma isteğiydi onu buna yönelten. Ama romanın sonunda yaşanılanlar kötülerin cezalandırılması olarak da nitelendirilebilir.

Orhan Kemal'in yazılarındaki özelliklerinden biri de şu ki roman akışı içinde birden karakterin duygularını karakterin ağzından anlatmaya geçer. Bu romanda da daha ilk sayfadan bunu hissediyoruz. Muzaffer Ağa'nın metresi Gülizar'ın, Güllü'nün çiftliğe gelmesine içerleyişi etkili bir biçimde anlatılmış.

Bu romanda da işçi-ağa arasındaki ayrım dile getirilmiş ancak bunun yanında dönemin zengin muhitinin sosyal yaşamı, çiftlik atmosferi ile birlikte verilmiş. Vukuat Var'da teneke mahallesinin anlatımı ağır basarken, Hanımın Çiftliği'nde zengin hayatının anlatımı daha ağır basmış.

İnsanların ikiyüzlülüğü de bu kitapta da ele alınan konulardan birisi. Kızını döven Cemşir ile arkadaşı Berber Reşit'in hareketlerinin, Güllü, 'hanım' olunca farklılaşması da gözler önüne serilmek istenmiş.

Son olarak da romandaki dilden bahsetmek istiyorum. Kitapta, Adana şivesiyle, Adana'ya has söz öbekleriyle, yöreye özgü tarım terimleriyle süslenmiş bir konuşma dili kullanılmış, Orhan Kemal'in usta üslubunaysa diyecek yok.

Serinin ikinci kitabını da kesinlikle tavsiye ediyorum. Siyasi, sosyal, ekonomik yapıyı da harmanlayan bu eser, dönemi anlamanız açısından eğlenceli bir kaynak olacak.

Kaçak - Orhan Kemal

Kitabın Künyesi

Yazarı: Orhan Kemal
Sayfa Sayısı: 231
Tür: Türk Edebiyatı

Yayınevi: Epsilon Yayıncılık
ISBN: 975-331-831-6
Baskı Tarihi: Şubat 2006

Özgün Dili: Türkçe
Fikrim: Hanımın Çiftliği üçlemesinin son kitabı olan Kaçak'ı kesinlikle tavsiye ediyorum. Serinin devamı olmasına rağmen seriden ayrılan, kendi başına bir roman bu.

Arka Kapak - Tanıtım Yazısı


On yıldır ekip biçtiği sahipsiz toprakları ele geçirmenin yolunu bulan, toprak ağasını öldürürse, topraklarına el koyabileceği umuduna kapılan Habip, cinayeti işledikten sonra ağanın tüm mülkünün varislerine aktarılacağını öğrenince, çiftliği yakarak kaçar. Kanundan saklanabilmek için bir köye, yedi yıldır tek başına çocuğunu büyütmeye çalışan bir kadının yanına sığınır.
İki yalnız ve çaresiz insan arasında büyük bir sevgi doğar. Hacer'e duyduğu aşk Habip'i yumuşatır, duygularını inceltir; şiddete başvurarak, yağma yaparak haksızlığa karşı çıkılamayacağını; savaşmanın başka yollarının da olduğunu anlamasını sağlar.

Orhan Kemal son romanı olan Kaçak'ta, topraksız köylünün çaresizliğini ve yalnızlığını anlatırken bile, sevginin umudu yeşerten iyileştirici gücünü öne çıkarıyor.


Eleştiri Yazısı

Serinin devam kitabı olmasına rağmen Kaçak, başlı başına kült bir roman. Dönemin sosyal ve siyasi eleştirisi bu eserde diğer ikisine göre tavan yapmış diyebiliriz. Yani, her ne kadar serinin devam kitabı olsa da başlı başına serideki kitaplardan ayrı bir kitap olma özelliğine de sahip.

Yazar, 1950 sonrasındaki siyasi yaşantıdan kaynaklanan ayrışmayı çok güzel yansıtmış. Halk içindeki "O muhalif.", "O DP'li" ayrımını, yine halkın konuşmalarıyla bize sunmuş ve aslında Vukuat Var'da başlayıp ikinci kitap Hanımın Çiftliği'nde devam eden bir tenkiti Kaçak'ta zirveye taşımış.

Dönemin sosyal yaşamını da çok iyi betimlenmiş. Örneğin; dönemin eğlencesi sinemaların reklamcılarının sokaklarda dolaşmaları, çocukların oynayışları, köy kahvelerindeki yaşantı çok canlı tasvir edilmiş.

Hanımın Çiftliği hikayesi belli ölçüde devam etse de, Orhan Kemal'in akıcı üslubuyla, kocası tarafından terk edimiş, çocuğuyla yapayalnız kalmış bir kadının öyküsünü de öğrenmekteyiz. Romanda çaresizlik/kimsesizlik duyguları da çok güzel işlenmiş. Orhan Kemal, topraksız kalan köylünün intikam duygularının yol açabileceği olayları anlatmaya Hanımın Çiftliği'nde başlayıp Kaçak'ta devam etmiş ama Kaçak, ana tema itibariyle Hanımın Çiftliği'nden farklı.

Romanın baş kahramanlarından Hacer'in çocukluğu ve gençliğindeki yaşantısına üzülürken kocasının da onu terk edişini okuyunca daha da içleniyoruz. Bir çocuğun babasını hiç görmemesinden kaynaklanan umutsuzluğu, bir gün gelen yabancının babası olduğuna inanması ve o andaki sevinci okunmaya değer. Başka çocuklarda olanlara hep imrenmiş, başkasının üç tekerlekli bisikletlerine binerek büyümüş çocuğun, babası gelince ona da bisiklet alacağına inancı ne kadar güçlü anlatılmış.

Eser, zorla hiçbir şey yapılamayacağı duygusunu da yansıtmayı başarıyor. Ağasını öldüren, çiftliğin yakılmasına önayak olan ve çiftliğin hanımını da tam öldürmek üzereyken çocuğuna bağışlayan yâni bir şeyleri hep zor kullanarak yapmaya çalışan Habip'in değişimine, sevgiyle yoğruluşuna tanık olacaksınız.

Kitabın içinde ders verici özlü söz niteliğinde sözler var. Mesela "Her haklı hakkını haksızdan almak için öldürürmeye kalkışsa, dünyada adam kalmaz!" sözü Habip'in pişmanlıkla karışık hata yapmışlık duygusunu okura vermesi açısından son derece başarılıdır.

Kitap, 1970 yılında yazarın ölümünden üç ay önce çıkmıştır. Orhan Kemal, son kitabı olan Kaçak'ta iyileri ödüllerindirip kötüleri cezalandırarak romantik bir çizgi yakalamıştır. Adam öldürmüş olsa dahi Habip iyi karakter, Topal Duran kötü karakter olarak nitelendirilmiş ve romanın sonuna doğru yaşanan bir olaydan dolayı Duran konuşacak adam dahi bulamaz duruma gelmiştir. Son on sayfaya geldiğimizde romanın artık böyle biteceğine kesin gözüyle bakıyorsunuz ama beş sayfa daha ilerlediğinizde kötülerin bir hamleyle kazandığını düşünüyorsunuz ancak son sayfada işlerin öyle olmadığını yine iyilerin kazandığını görüyorsunuz. Yani usta yazar ölmeden üç ay önce yazdığı son kitabında da okuru son dakikaya kadar canlı tutmayı, şaşırtmayı başarıyor. Vukuat Var'da kötüyü simgeleyenler kazanırken son kitap Kaçak'ta bunun rövanşı alınıyor.

Kısaca üç kitabı toparlayacak olursak, “Vukuat Var”, devamı olan “Hanımın Çiftliği” ve “Kaçak”la birlikte, Çukurova’daki bir dönemin, İkinci Dünya Savaşı sonrasına denk gelen toplumsal değişimin ve dönüşümün belli bir kesitinin romanları olduğunu söyleyebiliriz. Bu eserlerde Orhan Kemal’in zengin dil ve karakter dünyası, okuyucuya çok çarpıcı bir eleştirel-gerçekçi roman dünyası sunar.

Zeliş & Tütün Zamanı:1 - Necati Cumalı

Kitabın Künyesi

Yazarı: Necati Cumalı
Sayfa Sayısı: 255
Tür: Türk Edebiyatı

Yayınevi: Cumhuriyet Kitapları
ISBN: 975-7720-61-5
Baskı Tarihi:
Şubat 2006

Özgün Dili: Türkçe
Fikrim: Urlalı tütün işçilerinin acılarını, Zeliha adlı bir kızın aşkıyla birlikte veren bu romanı okumanızı öneririm.

Arka Kapak - Tanıtım Yazısı


Ertesi sabah tütün kırmaya çıktıkları zaman Zeliş, karşı tarlada Cemal'in tütün kırdığını gördü. Kilizma'ya gitmediğini anladı. Aklına delice bir fikir takıldı. Cemal'e sormak istiyordu: Evlenirlerse, anası, babası, kardeşlerini bırakır mıydı, yoksa bırakmaz mıydı?...

Eleştiri Yazısı

Necati Cumalı, "Tütün Zamanı" genel adı altında düşündüğü üçlemesinin ilk romanı olan "Zeliş"te bir aşk öyküsünü eksen alarak tütün ekicilerinin yaşayışlarını yansıtıyor. Aşkını, ailesine ve çevresine karşı cesaretle savunan Zeliş ve sevgilisi Cemal, aşkları için olağanüstü bir mücadele verirler. Zeliş romanının en güçlü teması “aşk”tır. Roman, aşkı elde edebilmek için uzun, çileli bir yolculuk yapmak gerektiğini, aşkın her türlü zorluğun üstesinden gelebilecek güçlü bir duygu olduğunu gösterir. Aşkın onca kahrına, çilesine rağmen yaşanmaya değer, güzel, tutkulu, heyecanlı, insanı mutlu eden bir duygu olduğunu anlatır.

Necati Cumalı, yoksul, unutulmuş insanlar arasında da birtakım güzelliklerin, güçlü duyguların, heyecanların, aşkların yaşandığını göstermeyi amaçlamıştır. Aslında, "İnsanlar yoksul olabilirler, çaresiz olabilirler, cahil olabilirler; fakat konu aşk olduğunda bu zayıf insanlar bir kaplan kesilirler." demek istemiştir.

Ben, bu romanı "Yüz Temel Eser" içinde olması sebebiyle okudum. Ancak iyi ki de okumuşum. Roman günümüz aşk romanları gibi yalnızca aşkı anlatıp bırakmıyor, dönemin sosyal, ekonomik, siyasi yapısını da gözler önüne seriyor. Çardak yaşamını da okuyucuya başarılı bir şekilde sunuyor.

Necati Cumalı, yine bu romanında 1950’li yıllarda, İzmir’in küçük bir ilçesi olan Urla’da, halkın karın tokluğuna verdiği yaşam mücadelesini, tütün tarlalarında, zeytinliklerde çalışan işçilerin yoksulluğunu, çektiği sıkıntıları, yaşayış biçimlerini, eğlencelerini, aşklarını başarılı bir şekilde yansıtmıştır. Eser bu bağlamda bakıldığında toplumsal sorunlara eğilen realist bir eserdir.

Romanda aşkın dışında işlenen diğer bir tema “yoksulluk”tur. Yazar da, Urla’da çiftçilik yapan bir ailenin çocuğu olduğu için bu insanların çektiği sıkıntıları bizzat yaşamış, yakından gözlemleme imkanı bulmuştur. Bu nedenle, Zeliş romanında yoksul bir ilçe olan Urla’nın 1950’li yıllardaki durumunu, halkın verdiği geçim mücadelesini, açlığı, perişanlığı gözler önüne serer.

Romanda göze çarpan diğer bir tema ise “cahillik”tir. Bu durum, imgelerle anlatılır. Örneğin; Cemal ve Zeliş'in mektuplarını bulan annesi, okuma yazma bilmediği için yalnızca kalp ve çiçek resimlerine bakarak bunların aşk mektubu olduğunu anlar. Necati Cumalı, basit bir mektup örneğiyle 1950’li yıllarda insanımızın eğitim düzeyinin ne kadar düşük olduğuna dikkat çeker. Cahilliğin bir başka boyutu da büyüye inanmadır. Zeliş'in annesi kızını Cemal'den ayırmak için büyü yaptırmaktadır. Bu da cahillik teması kapsamında ele alınan bir konudur.

Roman, dil ve anlatım yönüyle incelendiğinde de oldukça anlaşılır ve çok sade olduğu görülür. Bu da toplumcu - gerçekçi yazarların "halkı halka halkın diliyle anlatma" amaçlarının bir göstergesidir.

Bazı bölümlerde çok rahatsız edici olmasa da yazarın kendi ağzından, ve öyküyle ilgisiz konularda kitaba girmiş olması akışı bozmuştu. Mesela yazar, Zeliş'in babasının kızını kaçıranları şikayet etmek için yazdırdığı dilekçenin anlamsızlığını belirtirken, halkımızın aslında ne anlamsız şeylere edebiyat gözüyle baktığına da sitem etmiş. Buradan yazarın halka kendi fikirlerini yansıtmayı amaçladığı ya da Tanzimat Edebiyatı Döneminden kalma bir tavır takındığı söylenebilir.

Romanla ilgili başka bir olumsuz eleştiri de romanda bölümler arası kopukluklar olmasıdır. Türk Edebiyatı'nın bu usta yazarının ustalığını kanıtladığı bir roman değil bana göre.

Son olarak şahsi fikrimi belirtmem gerekirse roman, üslup bakımından Orhan Kemal'in uslubuna benzemekte, aynı zamanda her iki yazarın da anlattıkları coğrafyalar farklı olsa da zaman dilimleri aynı olduğu için siyasi ve sosyal olaylar da benzerlik göstermektedir.