Dokuzuncu Hariciye Koğuşu - Peyami Safa

Kitabın Künyesi

Yazarı: Peyami Safa
Sayfa Sayısı: 124
Tür: Türk Edebiyatı
Yayınevi: Alkım Yayınevi
ISBN:
975-6363-82-7
Baskı Tarihi
: 2004
Özgün Dili: Türkçe

Fikrim: Türk Edebiyatının ilk psikolojik romanlarından olan bu eserde Peyami Safa ustalığını konuşturmuş. Ben çok beğendim.

Arka Kapak - Tanıtım Yazısı


İnsanın ruhuyla bedeni arasındaki korkunç ilişkiyi anlatıyor Peyami Safa.

Mutlulukların ve felaketlerin bu derece kuvvetli anlatılabilmesi unutulmaz klasikler arasına sokuyor bu kitabı.

Çünkü sevildiğini hissetmenin yarattığı mucizeler var bu sayfalarda.


Eleştiri Yazısı

"Bu sayfalarda; insan, hakiki acıyı, ıstırabı, bir gölge halinde bile olsa, seferberliğin aç İstanbul’unu buluyor."

Bir usta yazarın yazdığı eseri en iyi bir başka usta yazar yorumlayabilir. Nitekim bu eseri de Ahmet Hamdi Tanpınar yukarıdaki satırlarla çok iyi yorumlamış bence.

Romanda bacağından rahatsız olan bir gencin sağlığına kavuşmak için çırpınışları anlatılır. Bunun yanısıra gencin kendinden dört yaş büyük bir kıza olan aşkıyla uğraşması da gencin ruhi bunalımlarını daha da büyütür. Romandaki çocuğun sakat kalma korkusu roman boyunca tüm şiddetiyle hissediliyor.

Peyami Safa’nın ve Türk edebiyatının en önemli eserleri arasında gösterilen bu roman, yazarın çocukluk ve gençlik yaşlarında geçirdiği bir hastalık nedeniyle yaşadığı zor günleri son derece akıcı ve sade bir dille anlatıyor. Bu nedenle bir otobiyografik roman da diyebiliriz. Yazarın kendisi de uzun yıllar bir kemik rahatsızlığıyla cebelleşmiş, aylarca hastanede yatmış, müthiş acılar çekmiş ve tüm bunları bu romana yansıtmış. Aynı zamanda başkahramanın kişiliği de yazarla büyük oranda birleşmektedir.

Roman, ruh tahlilleri açısından da çok önemlidir. Edebiyat tarihçilerine göre Türk Edebiyatında ruh tasvirlerinin en iyi yapıldığı romandır ve baştan sona "Ben Merkezli Roman" örneği sergilemektedir.

Bir psikolojik roman diyebileceğimiz kitapta, romanın kahramanı çocuğun psikolojisi çok gerçekçi olarak dile getirilmiş. Psikolojik bir roman olmasına karşın çok da sürükleyici bir yanı var. Yazar romanında realizmin doruklarına çıkmış. Öyle ki pansuman sahnelerindeki acıyı siz de yaşıyorsunuz sanki.

Realizmin bir başka göstergesi de "Kozmopolitlerin Hücumu" adlı bölümde dönemin siyasi ve sosyal olaylarına atıfta bulunulması. Bu bölümde milliyetine çok bağlı olan hasta kahramanımızla Avrupa hayranı paşa ve paşanın destekçisi Doktor Ragıp'ın münakaşası anlatılıyor. Bunun romanın gerçekçiliğine katkısı çok büyük.

Yazarın alakasız yerlerde Shakespeare'in Hamlet adlı trajedisinden 'Zavallı Yorik' alıntısı karakterin şaşkınlığını, buhranlarını, bilincinin çok da yerinde olmadığını, melankolik ruh halini çok iyi gösteriyor.

Romanda tezatlar büyük bir yer tutuyor hatta romana tezatlar romanı dahi denebilir. Bunlar hasta gencin ruhî durumuyla yakından ilgilidir. Hasta genç; kapalı mekan, tabiat, sağlık, hastalık, zenginlik, yoksulluk, çirkinlik, güzellik, kader, saadet hasreti, hayat, ölüm, korku ve ümit tezatları içindedir. Romandaki hasta genç pek çok mahrumlukla kıvranırken, yazar onun karşısına tam zıddı bir tip çıkarır: Doktor Ragıp. Ragıp, yakışıklı, sağlıklı, mesleğini eline almış, hali vakti yerinde, Avrupai bir gençtir. Yani; baş kahramanın tam tersi. Roman kahramanı sıhhat, hastalık tezadı arasında buhranlar geçirir. Ragıp'ın Nüzhet'i elinden alacağından korkar. Romandaki bir başka tezat da gerçek-yalan tezadıdır. Kahramana göre yalana tüm mahlukat hatta dağlar, taşlar dahi isyan etmelidir.

Romanda öyle can alıcı cümleler var ki... Örneğin; "Ağaçların sıhhatini bile kıskanırdım." cümlesi hasta bir çocuğun hastalığından ne kadar bıktığını yeterince anlatmıyor mu? "Keşke futbol oynasaymışım; belki de bacağımı Nüzhet’in aşkı kadar yormazdı." cümlesi de aşkının ümitsizliğini yeterince vurgulamıyor mu?

Hasta genç, yoksul ve kenar mahallenin evleri ile kendi durumu arasında büyük bir benzerlik buluyor. Onlar gittikçe eskiyor, dökülüyor ve ayakta durmak için bakıma ve ameliyata ihtiyacı var, kendisi de öyle...

Gence göre hastalar kan akrabalığından daha yakındırlar birbirlerine, çünkü onları acı ve korku birleştirmiştir. Kendisi de onların içindedir. Fakat onun yanında kendisine destek olabilecek bir büyüğü yoktur. O hep yalnızdır. Annesinin yanındayken, paşayla veya Nüzhetle olduğu zaman bile yalnızdır. Çok acı çektigi, kültürlü ve felsefi düşünce tarzına aşina olduğu için kırk, elli yaşın tecrübesine sahiptir.

Yazar, eksiltili cümlelerle, yarım cümlelerle, tek kelimelik cümlelerle o kadar çok şey anlatmış ki... Çocuk denecek yaştaki birinin süssüz, yalın ama bir o kadar da içten, duygulu, çocuksu anlatımını yakalamış.

Kelimelerin özenle seçildiği, tıbbi terimlerin doğru olarak kullanıldığı dikkati çekiyor. Bu da gerçekten bir muayene odasında olduğunuz hissine kapılmanızı sağlıyor.

Ana başlıkların altlarına yazar tarafından birer cümlelik yazılar yazılmış. Bu da romana şiirsel bir tat vermiş.

Aynı zamanda yazar, aşağıdakiler gibi ilginç saptamalarda da bulunuyor.

"Her gidişimde, hastanelerin bahçeleri bana hüzün verirdi. Bunun manasını şimdi bulmaya çalışıyorum ve hastalıkla tabiat arasındaki büyük tezadı anlıyorum. Bu, bir bahçeden hastaneye girerken ve bir hastaneden bahçeye çıkarken en çok hissedilen şeydir."

"Istırabın derinliklerine indikçe sevincimizi kaybetmek korkusu kalmadığı için yeni bir sevinç başlıyor, ıstırabın ilacı ıstırabtır ikisinin toptan sonucu sevinç..."

"Felâketimizi başka biriyle taksim etmek saadettir, fakat annelerle değil, annelerle değil. Annelere anlatılan kederler taksim değil, zarbedilmiş olur: Çocuklarının felaketini iki kat şiddetle hisseden anneler, bu ıstıraplarını çocuklarına fazlasıyla iade ederler; böylece keder anadan çocuğa ve çocuktan anaya her intikal edişinde büyüdükçe büyür."

Kitabın başlarındaki nota göre yayınevi, genç kuşakları dikkate alarak günümüz imlasıyla ve kimi Arapça, Farsça sözcüklerin Türkçe karşılıklarını temel alarak kitabı yayına hazırlanmış. Dil de canlı, sürekli değişen, gelişen bir şey olduğu için bu olumlu bir gelişme bence.

Hayvan Çiftliği - George Orwell

Kitabın Künyesi

Yazarı: George Orwell
Orijinal Adı: Animal Farm
Çeviren: Celâl Üster
Sayfa Sayısı: 158
Tür: Dünya Edebiyatı
Yayınevi: Can Yayınları
ISBN: 978
-975-07-0011-8
Baskı Tarihi
: Haziran 2009
Özgün Dili: İngilizce
Fikrim: Kesinlikle okunması gereken eserlerden biri. Orwell'in ince mizahi zekâsına hayran kalmamak elde değil.

Arka Kapak - Tanıtım Yazısı

İngiliz yazar George Orwell (1903-1950), ülkemizde daha çok Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı kitabıyla tanınır. Hayvan Çiftliği, onun çağdaş klasikler arasına girmiş ikinci ünlü yapıtıdır. 1940'lardaki 'reel sosyalizm'in eleştirisi olan bu roman, dünya edebiyatında 'yergi' türünün başyapıtlarından biridir. Hayvan Çiftliği'nin kişileri hayvanlardır. Bir çiftlikte yaşayan hayvanlar, kendilerini sömüren insanlara başkaldırıp çiftliğin yönetimini ele geçirirler. Amaçları daha eşitlikçi bir topluluk oluşturmaktır. Aralarında en akıllı olanlar domuzlar; kısa sürede önder bir takım oluştururlar, devrimi de onlar yolundan saptırırlar. Ne yazık ki insanlardan daha baskıcı, daha acımasız bir diktatörlük kurulmuştur artık. George Orwell, bu romanında tarihsel bir gerçeği eleştirmektedir. Romandaki önder domuzun, düpedüz Stalin'i simgelediği açıkça görülecektir. Öbür kişiler bire bir belli olmasalar da, bir diktatörlük ortamında olabilecek kişilerdir. Romanın alt başlığı Bir Peri Masalı'dır. Küçükleri eğlendirecek bir peri masalı değildir; ama roman, bir masal anlatımıyla yazılmıştır.

Eleştiri Yazısı

"Bütün hayvanlar eşittir. Ama bazı hayvanlar öbürlerinden daha eşittir."

Can Yayınlarından çıkan kitabın 147. sayfasında yer alan bu söz, "Her hayvan eşittir." sloganı ile yola çıkan hayvanların sonradan geldiği son noktayı gösteriyor.

En mükemmel sistemin bile kötü niyetli kişilerin elinde nasıl baskı aracına dönüştüğünün bir öyküsü bu kitap. George Orwell'in mecazi bir dille yazılmış fabl tarzında siyasi hiciv romanı. Alegorik bir roman. Bir distopya. Yani felsefede korku ütopyası diye geçen kötü ütopyalardan biri. Kitap, bir ütopya gibi başlasa da karşı-ütopya olarak son buluyor. George Orwell, diğer romanı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört gibi bunda da bir korku ütopyasından bahsediyor. Çünkü romanda yeryüzü cennetini kurmak isteyenler tastamam bir cehennem yaratmışlardır.

Wikipedia'da George Orwell sayfasında Hayvan Çiftliği için şöyle söyleniyor: "Hayvanlar Çiftliği bir devrimin trajedisidir. Bu modern fabl, kesilmekten, kırkılmaktan, sağılmaktan, dövülmekten gına getirerek zalim sahiplerine karşı ayaklanan Manor Çiftliği hayvanlarının hikâyesidir. Karakterler son derece sade ve güçlüdür: Kinik eşek Benjamin, fedakar at Boxer, akılsız kısrak Mollie, hatta serçeleri 'tüm hayvanların kardeş olduğunu' söyleyerek pençeleri arasına çekmeyi deneyen kedi bile akıllarda kolayca yer edinen, çok canlı kişiliklerdir."

Yazarın insanların ortaklaşa eylemi konusunda umutsuzluk aşılama işlevini yerine getirmek amacıyla yarattığı bir başka karakter, Benjamin adlı eşektir. Benjamin, inançsızlığın simgesidir, toplumda hiçbir şeyin değişmeyeceğinden, gelenin gideni aratacağından emindir ve öykünün sonunda, inançlı, çalışkan ve özverili kahraman arkadaşı Boxer adlı at değil, kendisi haklı çıkar. Hatta Boxer, o kadar çalışkan olmasına rağmen biraz hastalanınca at kasabını boylar.

Roman, Sovyetler Birliği'ndeki Stalinizm rejiminin acı bir eleştirisidir. Fakat sıradan bir Rus Devrimi hicvi değildir. Orwell'in mesajı çok daha derindir. Josef Stalin'in Sosyalizm adına milyonlarca insanı katletmesi, oligarşik-totaliter bir yönetim oluşturmasını eleştirmiş. Ancak Orwell, eserinde tarafsız bir bakış açısı takınmış. Yani Kapitalizm doktrinini sütten çıkmış ak kaşık gibi göstermemiş. Kapitalist dış dünyayı temsil eden diğer çiftliklerin sahibi insanlar da epeyce yerilmiş bu kitapta. Kitabın en son paragrafında özelikle de son cümlesinde bu çok güzel vurgulanmış. "Dışarıdaki hayvanlar, bir domuzların yüzlerine, bir de insanların yüzlerine bakıyor, ama birbirlerinden ayırt edemiyorlardı." İnsanlar domuzlara, domuzlar da insanlara dönüşmüşlerdi. Yazar, adı her ne olursa olsun; içinde hiyerarşinin ve oligarşinin yok edilemediği her ideololojinin insanlığa mutluluk getiremeyeceği tezini hayvanlar üzerinden mükemmel bir şekilde işlemiş.

Kitabın çok da güzel bir sunuş yazısı var. O yazıda şöyle bir ifade geçiyor: "Kitabın sonunda sunulan, insanlar ile domuzların aynı masanın çevresinde zaferlerini kutladıkları sahne, dünya yazınının en çarpıcı sahnelerinden biridir." Romanı Maarif Vekâleti'nin isteğiyle dilimize ilk çeviren Halide Edip Adıvar'ın da yazarın yansızlığını vurgulamak için yazdığı yazıdan da bir kesit var bu sunuş yazısında. Okumanızı kesinlikle tavsiye ediyorum.

Ayrıca çeviri de çok güzel ve eğlenceli. Çevirmen Celâl Üster, ciddi, ağırbaşlı bir çeviri yerine daha halkın konuştuğu dili kullanarak bir çeviri yapmış.

Kitabın alt başlığı ise 'Bir Peri Masalı'. Sunuş yazısında deniyor ki "Evet, Hayvan Çiftliği, korkunç sonla biten bir 'peri masalı'dır." Romanın içinde de bu peri masalına yakışan karakalem çizimler var. Çok da güzel. Ama resimlerin yerleştirilmesine pek de iyi diyemeyeceğim. Bir olay, yazı olarak anlatılıyor ancak resmi ise beş sayfa sonra karşınıza çıkıyor. Buna biraz dikkat edilseydi, anlatım ve resimler eş zamanlı gitseydi okur açısından çok daha iyi olurdu.

Romandaki her hayvanın eşitliğine dayanan Animalizm ideolojisi; gerçekteki her insanın eşitliğine dayanan Sosyalizm ideolojisini simgeliyor. Orwell, ideolojinin bu safhasını asla yermiyor. Hatta övüyor. Orwell'in eleştirdiği şey oradaki totaliter rejim. Romandaki tüm karakterler de gerçek bir karakteri simgelemekte. Yani roman tamamen alegorik bir roman. Mesela;
• Koca Reis adlı domuz, Karl Marks veya Vladimir Lenin'i
• Snowball adlı domuz, Lev Troçki'yi
• Napoléon adlı domuz, Josef Stalin'i
• Çiftliğin ilk sahibi Bay Jones, son Rus Çarı II. Nikolay'ı
• Düzenli bakılan komşu çiftliğin sahibi Bay Frederik, Adolf Hitler'i
• Diğer komşu çiftliğin sahibi Bay Pilkington, Winston Churchill veya Theodore Roosevelt'i
• Napoléon'un doğardoğmaz alıp yetiştirdiği ürkütücü köpekler, bir baskı unsuru olan polis gücünü
• Boxer adlı koşum atı, kendi gücünün farkında olmayan işçi sınıfını temsil ediyor.

Hayvanlar, çiftliği geri almayı deneyen insanlara karşı yiğitçe çarpışır, gövdelerini mermilere siper eder; el sahibi olmadıkları halde çiftliğin zor işlerinin üstesinden gelmeyi, hatta bir yel değirmeni inşa etmeyi bile başarırlar. Ancak her gün biraz daha değiştirilir kurallar hissettirilmeden. Domuzlar da elit kesim olmuştur. Sözümona domuzlar daha zekiydiler ve yöneticiliğe layıktılar. Diğer hayvanlarsa çalışmalıydı. Gerekirse aç acına çalışmalıydılar ve "Napoléon yoldaş her zaman haklıdır." sözünü aklına kazımalıydılar. Ne yazık ki zaferleri ve çalışmaları, yöneticiliğe soyunup gitgide 'insanlaşan' domuzların hırsları ve entrikaları tarafından gölgelenmeye mahkumdu.

Romana farklı bakış açıları da var. Mesela buradan okuduğum yazıda Orwell'in aslında karamsar bir bakış getirdiği ve emperyalizmin savunuculuğunu yaptığı söyleniyor. Yazının son paragrafından bir alıntı yaparsak bu daha net bir biçimde anlaşılır. "Hayvan Çiftliği’ne damgasını vuran söylem, bir özgürlük söylemi değil, özgürlük ve eşitlik savaşımının anlamsız olduğu söylemidir. George Orwell, kitabında, eşitlik, özgürlük, dayanışma değerlerini, insanların ortak eylemleriyle kendi geleceklerini belirleyebilecekleri inancına dayalı özgüven duygusunu yok eden, insanlara umut değil karamsarlık veren bir söylem geliştirmiştir. Sömürgeciliğe karşı ayaklanmanın anlamsız olduğunu, bağımsızlık, özgürlük ve eşitlik için savaşımın sömürge yönetiminden bile daha kötü sonuçlar doğuracağı iletisini ortaya koymuştur. Edebiyat ve toplum ilişkisi, sanat ve siyaset ilişkisi açısından bakıldığında, Hayvan Çiftliği’nden yükselen ses, sömürge imparatorluklarını korumaya çalışan emperyalistlerin sesidir." Yazı böyle noktalanıyor. Bu da bir bakış tabi. Sonuçta roman yazılırken yazarla birlikte değildik ve ne düşünerek yazdığını da asla bilemeyiz. Bu sebeple her iki görüşü de olabilir kabul etmeliyiz. En iyisi kendiniz okuyarak kendiniz karar verin.

Agatha'nın Anahtarı - Ahmet Ümit

Kitabın Künyesi

Yazarı: Ahmet Ümit
Sayfa Sayısı: 142
Tür: Polisiye
Yayınevi: Everest Yayınları
ISBN: 978
-975-289-747-2
Baskı Tarihi
: Eylül 2010
Özgün Dili: Türkçe

Fikrim: Ahmet Ümit'in hikayelerden oluşan bu kitabını pek beğenmedim. Özellikle Ahmet Ümit'e başlamak için hiç uygun bir kitap değil bence.

Arka Kapak - Tanıtım Yazısı


Agatha Christie'nin Pera Palas günleri... Ünlü yazarın İstanbul tutkusu. Aşkın çılgınlaştırdığı evli bir adam. Kıskançlıklar, bencillikler ve kusursuz bir cinayet. Christie'den Başkomser Nevzat'a gizemli cinayet vakaları. Cinayetlerin ardındaki çarpıcı insan öyküleri. Sürükleyici, gizemli, tuhaf serüvenler. Defalarca televizyon dizilerine çekilmiş Başkomser Nevzat'ın benzersiz polisiye öyküleri...

"Evet, öyle düşünüyorum. Tasarlanmış cinayet iyi bir organizasyonu gerektirir. Zamanın, mekânın, cinayet aletinin doğru seçilmesi, ortalıkta kanıt bırakılmaması ya da sahte kanıtların bırakılması gibi zekâ gerektiren davranışların yanında, birini öldürebilecek kadar soğukkanlı bir cesarete veya vahşiliğe sahip olmalıdır insan. Konuşurken, yazarken basit olgularmış gibi görünen bu gereklilikler cinayet anında yerine getirilmesi oldukça zor eylemler haline gelebilir. Hele bir de cinayet anında sürprizlerin ortaya çıktığını düşünürsek... Evet evet, bundan eminim, bence kusursuz cinayet yoktur."


Eleştiri Yazısı

Ahmet Ümit'in okuduğum ilk kitabı. 15 adet hikayeden oluşuyor. Çevremde okuyanlara sorduğumda kitap hakkında "Ortalama bir kitap. Ahmet Ümit'in heyecanı sonuna kadar koruyan kitapları var. Mesela 'Kukla' öyle bir kitap." dediler. Bence de Ahmet Ümit okumaya başlamak için hatalı bir seçim.

Kitaba ismini veren "Agatha'nın Anahtarı" adlı hikaye çok sönük. "Kusursuz bir cinayet işlenebilir mi?" sorusundan yola çıkan bir hikaye. Tamamen benim kanaatime göre; kitaba Agatha adını vererek Christie hayranlarının kitabı almasını hedeflemiş olabilirler.

İkinci hikaye olan "Kitap Katili" hariç diğer hikayeler Başkomiser Nevzat'ın kendi ağzından anlatılmış cinayet kovuşturma hikayeleri. Bazı hikayeler çok basit ancak bazı hikayeler kurgu itibariyle sağlam. Ama yine de bazı hikayelerin sonlarından o tadı alamıyorsunuz. Kitabın anlatımında beni rahatsız eden unsurlardan biri de şuydu: Kitabın yarısından fazlası şimdiki zaman kalıbı (-yor) kullanılarak yazılmış. Zaman kayması yaratılmak istense de bu, okuru rahatsız ediyor. Geçmiş zaman (-dı) kalıbıyla yazılan hikayelerin okunmasının daha kolay olduğu ve okuru rahatsız etmediğini gördüm.

"Kitap Katili" adlı öykü beni pek etkilemeyen bir öyküydü. Bir eleştirmenin öldürülmesini konu alıyordu. Kurgusu basitti. Kısacası ben pek beğenmedim.

"Kör Bican'ı Kim Vurdu?" adlı öykü de bana hoş gelmeyen öykülerden biriydi. Cinayet işlenmiyordu. Yalnızca vurulma söz konusuydu. Kovuşturma yoktu. Sadece sonundaki bir açıklamayla ve itirafla bir dram ortaya çıkıyordu. Bu da bize cinayetin havadan çözüldüğü kanısını veriyordu.

"Savcıyı Öldürmek!" öyküsünde cinayetin nedeni saçma denecek kadar basitti. Konu itibariyle beğenmediğim bu hikayede kurgu biraz düzgün gibi.

"Çalınan Ceset" adlı hikayede ise cinayetin nedeni çok klişe. Ama kurgu itibariyle sağlam. Beni rahatsız eden yalnızca şimdiki zamanla (-yor) anlatılmış olması.

Beni sonuna kadar yeterince etkilemeyi başaran ilk öykü "Arsadaki Bacak" öyküsüydü. Sonuna kadar herkesin katil olabileceği kanısı size hakim oluyor. Öyle ki kimin öldürüldüğünü de bilmediğiniz ve bu yüzden öldürüleni de bulmanız gerektiği için heyecan da tavan yapıyor. Sorgulama ve inceleme bölümleri de güzel anlatılmış ama sonuna geldiğinizde bir hayal kırıklığına uğruyorsunuz. Sonu bakımından pek hoşlanmadığım bir öykü bu da.

"Sevgilim Tiner" öyküsüne bir bakıma sosyal temalı diyebiliriz. Özellikle sonundaki "Bizi kurtardın ama ya öteki arkadaşlarımız?.." sorusu yüzünden bunu söylüyorum. Anlatım ve ayrıntılar bakımından ortalama bir hikaye.

"Altın Ayaklar" öyküsü de bir futbolcunun öldürülmesini konu ediniyor. Pek çok kişi onu öldürebilir. Ama sonunda hiç beklemediğimiz biri öldürüyor. Yazar okuru şaşırtayım derken biraz fazla tesadüfe kaçmış. Galiba bu öykülerin ortak özelliği çok tesadüflere yer verilmesi.

Geçmiş zaman kalıbıyla (-dı) anlatılan ilk hikaye "Siyah Taşlı Yüzük" öyküsü. İşte bu yüzden beğendim. Bu öykünün en sevmediğim tarafı ise sonunun çok tesadüfi bir şekilde çözülmesi. Okur öyküyü bitirince "Yok artık" diyor. Ama yazar, bu öykünün ilk paragrafında "Bazı cinayetlerin aydınlanması polisin çabasına değil, siyasi iktidarın tavrına bağlıdır. Elinizde ne kadar ipucu, ne kadar somut kanıt olursa olsun hiçbir yararı olamaz. Çünkü yukarıdan birileri bu işin aydınlanması istemiyordur. Bazen doğrudan söyledikleri de olur ama genellikle her adımda önünüze engeller koyarak sizi yolunuzdan saptırmaya çalışırlar." diyerek başarılı bir tespit sunuyor.

"Bir Ölünün Yolculuğu" adlı öykü son derece basit konusu ve kurgusu olan bir öykü. Sonu bizi şaşırtmıyor.

"Davulcu Davut'u Kim Öldürdü?" adlı öyküde ise katili bulmak pek zor değil ancak cinayet sebebi sonlara kadar anlaşılmıyor. Sonlara geldiğinizde sezmeye başlıyorsunuz. Güzel ile ortalama arası bir hikaye.

"Ölü Bebekler Apartmanı" öyküsünde ise iki olay var. Bunları birbirinden ayıklayabilirsek cinayeti çözmek çok da zor olmuyor. Hikayedeki tek nüans iki olayın birbiri içinde karıştırılması.

"Örgüt İşi" adlı hikaye katili bas bas bağırıyor. İşlenen cinayet, daha öykünün ortalarında açığa çıkıyor. Neyse ki kısa bir öykü de insanı fazlaca sıkmıyor.

"Tarikat Cinayetleri" ise biraz kanlı-vahşetli bir öykü. Ama yine de kurgu güzel. Yazar okuru bir sahneyle şaşırtmayı başarıyor.

Son öykü ise "Yasını Tutacağım" adlı öykü. Diğerlerinden biraz daha etkileyici. Yani okura katil olduğu inandırılmak istenen kişi aleyhinde kanıtlar sürülüyor. Ama bunlar da okuru kandıramıyor. Hikayenin yarısında katilin kim olduğu anlaşılıyor. Ancak yine de hikayenin sonunda açıklanmayan ayrıntılar var. Dikkati başka birinin üstüne çekmek için koyulan sahte kanıtlar olayın sonunda tamamıyla açığa kavuşmuyor.

Kısacası; öyküleri pek tatmin edici bulmasam da yaşanan aksaklıkları dile getirdiği için okunabilir diye düşünüyorum. Türkiyedeki sosyal sorunları, hukuktaki tıkanıklıkları, asayişteki problemleri, kenar mahallelerde yaşananları, sokaktaki insanı dile getirdiği için okunabilir.