Agatha'nın Anahtarı - Ahmet Ümit

Kitabın Künyesi

Yazarı: Ahmet Ümit
Sayfa Sayısı: 142
Tür: Polisiye
Yayınevi: Everest Yayınları
ISBN: 978
-975-289-747-2
Baskı Tarihi
: Eylül 2010
Özgün Dili: Türkçe

Fikrim: Ahmet Ümit'in hikayelerden oluşan bu kitabını pek beğenmedim. Özellikle Ahmet Ümit'e başlamak için hiç uygun bir kitap değil bence.

Arka Kapak - Tanıtım Yazısı


Agatha Christie'nin Pera Palas günleri... Ünlü yazarın İstanbul tutkusu. Aşkın çılgınlaştırdığı evli bir adam. Kıskançlıklar, bencillikler ve kusursuz bir cinayet. Christie'den Başkomser Nevzat'a gizemli cinayet vakaları. Cinayetlerin ardındaki çarpıcı insan öyküleri. Sürükleyici, gizemli, tuhaf serüvenler. Defalarca televizyon dizilerine çekilmiş Başkomser Nevzat'ın benzersiz polisiye öyküleri...

"Evet, öyle düşünüyorum. Tasarlanmış cinayet iyi bir organizasyonu gerektirir. Zamanın, mekânın, cinayet aletinin doğru seçilmesi, ortalıkta kanıt bırakılmaması ya da sahte kanıtların bırakılması gibi zekâ gerektiren davranışların yanında, birini öldürebilecek kadar soğukkanlı bir cesarete veya vahşiliğe sahip olmalıdır insan. Konuşurken, yazarken basit olgularmış gibi görünen bu gereklilikler cinayet anında yerine getirilmesi oldukça zor eylemler haline gelebilir. Hele bir de cinayet anında sürprizlerin ortaya çıktığını düşünürsek... Evet evet, bundan eminim, bence kusursuz cinayet yoktur."


Eleştiri Yazısı

Ahmet Ümit'in okuduğum ilk kitabı. 15 adet hikayeden oluşuyor. Çevremde okuyanlara sorduğumda kitap hakkında "Ortalama bir kitap. Ahmet Ümit'in heyecanı sonuna kadar koruyan kitapları var. Mesela 'Kukla' öyle bir kitap." dediler. Bence de Ahmet Ümit okumaya başlamak için hatalı bir seçim.

Kitaba ismini veren "Agatha'nın Anahtarı" adlı hikaye çok sönük. "Kusursuz bir cinayet işlenebilir mi?" sorusundan yola çıkan bir hikaye. Tamamen benim kanaatime göre; kitaba Agatha adını vererek Christie hayranlarının kitabı almasını hedeflemiş olabilirler.

İkinci hikaye olan "Kitap Katili" hariç diğer hikayeler Başkomiser Nevzat'ın kendi ağzından anlatılmış cinayet kovuşturma hikayeleri. Bazı hikayeler çok basit ancak bazı hikayeler kurgu itibariyle sağlam. Ama yine de bazı hikayelerin sonlarından o tadı alamıyorsunuz. Kitabın anlatımında beni rahatsız eden unsurlardan biri de şuydu: Kitabın yarısından fazlası şimdiki zaman kalıbı (-yor) kullanılarak yazılmış. Zaman kayması yaratılmak istense de bu, okuru rahatsız ediyor. Geçmiş zaman (-dı) kalıbıyla yazılan hikayelerin okunmasının daha kolay olduğu ve okuru rahatsız etmediğini gördüm.

"Kitap Katili" adlı öykü beni pek etkilemeyen bir öyküydü. Bir eleştirmenin öldürülmesini konu alıyordu. Kurgusu basitti. Kısacası ben pek beğenmedim.

"Kör Bican'ı Kim Vurdu?" adlı öykü de bana hoş gelmeyen öykülerden biriydi. Cinayet işlenmiyordu. Yalnızca vurulma söz konusuydu. Kovuşturma yoktu. Sadece sonundaki bir açıklamayla ve itirafla bir dram ortaya çıkıyordu. Bu da bize cinayetin havadan çözüldüğü kanısını veriyordu.

"Savcıyı Öldürmek!" öyküsünde cinayetin nedeni saçma denecek kadar basitti. Konu itibariyle beğenmediğim bu hikayede kurgu biraz düzgün gibi.

"Çalınan Ceset" adlı hikayede ise cinayetin nedeni çok klişe. Ama kurgu itibariyle sağlam. Beni rahatsız eden yalnızca şimdiki zamanla (-yor) anlatılmış olması.

Beni sonuna kadar yeterince etkilemeyi başaran ilk öykü "Arsadaki Bacak" öyküsüydü. Sonuna kadar herkesin katil olabileceği kanısı size hakim oluyor. Öyle ki kimin öldürüldüğünü de bilmediğiniz ve bu yüzden öldürüleni de bulmanız gerektiği için heyecan da tavan yapıyor. Sorgulama ve inceleme bölümleri de güzel anlatılmış ama sonuna geldiğinizde bir hayal kırıklığına uğruyorsunuz. Sonu bakımından pek hoşlanmadığım bir öykü bu da.

"Sevgilim Tiner" öyküsüne bir bakıma sosyal temalı diyebiliriz. Özellikle sonundaki "Bizi kurtardın ama ya öteki arkadaşlarımız?.." sorusu yüzünden bunu söylüyorum. Anlatım ve ayrıntılar bakımından ortalama bir hikaye.

"Altın Ayaklar" öyküsü de bir futbolcunun öldürülmesini konu ediniyor. Pek çok kişi onu öldürebilir. Ama sonunda hiç beklemediğimiz biri öldürüyor. Yazar okuru şaşırtayım derken biraz fazla tesadüfe kaçmış. Galiba bu öykülerin ortak özelliği çok tesadüflere yer verilmesi.

Geçmiş zaman kalıbıyla (-dı) anlatılan ilk hikaye "Siyah Taşlı Yüzük" öyküsü. İşte bu yüzden beğendim. Bu öykünün en sevmediğim tarafı ise sonunun çok tesadüfi bir şekilde çözülmesi. Okur öyküyü bitirince "Yok artık" diyor. Ama yazar, bu öykünün ilk paragrafında "Bazı cinayetlerin aydınlanması polisin çabasına değil, siyasi iktidarın tavrına bağlıdır. Elinizde ne kadar ipucu, ne kadar somut kanıt olursa olsun hiçbir yararı olamaz. Çünkü yukarıdan birileri bu işin aydınlanması istemiyordur. Bazen doğrudan söyledikleri de olur ama genellikle her adımda önünüze engeller koyarak sizi yolunuzdan saptırmaya çalışırlar." diyerek başarılı bir tespit sunuyor.

"Bir Ölünün Yolculuğu" adlı öykü son derece basit konusu ve kurgusu olan bir öykü. Sonu bizi şaşırtmıyor.

"Davulcu Davut'u Kim Öldürdü?" adlı öyküde ise katili bulmak pek zor değil ancak cinayet sebebi sonlara kadar anlaşılmıyor. Sonlara geldiğinizde sezmeye başlıyorsunuz. Güzel ile ortalama arası bir hikaye.

"Ölü Bebekler Apartmanı" öyküsünde ise iki olay var. Bunları birbirinden ayıklayabilirsek cinayeti çözmek çok da zor olmuyor. Hikayedeki tek nüans iki olayın birbiri içinde karıştırılması.

"Örgüt İşi" adlı hikaye katili bas bas bağırıyor. İşlenen cinayet, daha öykünün ortalarında açığa çıkıyor. Neyse ki kısa bir öykü de insanı fazlaca sıkmıyor.

"Tarikat Cinayetleri" ise biraz kanlı-vahşetli bir öykü. Ama yine de kurgu güzel. Yazar okuru bir sahneyle şaşırtmayı başarıyor.

Son öykü ise "Yasını Tutacağım" adlı öykü. Diğerlerinden biraz daha etkileyici. Yani okura katil olduğu inandırılmak istenen kişi aleyhinde kanıtlar sürülüyor. Ama bunlar da okuru kandıramıyor. Hikayenin yarısında katilin kim olduğu anlaşılıyor. Ancak yine de hikayenin sonunda açıklanmayan ayrıntılar var. Dikkati başka birinin üstüne çekmek için koyulan sahte kanıtlar olayın sonunda tamamıyla açığa kavuşmuyor.

Kısacası; öyküleri pek tatmin edici bulmasam da yaşanan aksaklıkları dile getirdiği için okunabilir diye düşünüyorum. Türkiyedeki sosyal sorunları, hukuktaki tıkanıklıkları, asayişteki problemleri, kenar mahallelerde yaşananları, sokaktaki insanı dile getirdiği için okunabilir.