Uçurtma Avcısı - Khaled Hosseini

Kitabın Künyesi


Yazarı: Khaled Hosseini
Orijinal Adı: The Kite Runner
Çeviren: Püren Özgören
Sayfa Sayısı:
440

Tür: Dünya Edebiyatı 
Yayınevi: Everest Yayınları
ISBN: 978-975-289-517-1
Baskı Tarihi:
 Mart 2009

Özgün Dili: İngilizce
Fikrim: Konudaki içtenlik, anlatımdaki şiirsellik. Fazla söze gerek yok. Mutlaka okuyun, mutlaka... 


Arka Kapak - Tanıtım Yazısı

Emir ve Hasan, Kabil'de monarşinin son yıllarında birlikte büyüyen iki çocuk... Aynı evde büyüyüp, aynı sütanneyi paylaşmalarına rağmen Emir'le Hasan'ın dünyaları arasında uçurumlar vardır: Emir, ünlü ve zengin bir işadamının, Hasan ise onun hizmetkârının oğludur. Üstelik Hasan, orada pek sevilmeyen bir etnik azınlığa, Hazaralara mensuptur.

Çocukların birbirleriyle kesişen yaşamları ve kaderleri, çevrelerindeki dünyanın trajedisini yansıtır. Sovyetler işgali sırasında Emir ve babası ülkeyi terk edip California'ya giderler. Emir böylece geçmişinden kaçtığını düşünür. Her şeye rağmen arkasında bıraktığı Hasan'ın hatırasından kopamaz. 

Uçurtma Avcısı arkadaşlık, ihanet ve sadakatin bedeline ilişkin bir roman. Babalar ve oğullar, babaların oğullarına etkileri, sevgileri, fedakârlıkları ve yalanları... Daha önce hiçbir romanda anlatılmamış bir tarihin perde arkasını yansıtan Uçurtma Avcısı, zengin bir kültüre ve güzelliğe sahip toprakların yok edilişini aşama aşama gözler önüne seriyor.

Uçurtma Avcısı'nda anlatılan olağanüstü bir dostluk. Bir insanın diğerini ne kadar sevebileceğinin su gibi akıp giden öyküsü...

Eleştiri Yazısı

 "Sen iste, bin tane yakalayayım, Emir ağa..."
 "Senin için bin tane olsa yakalarım, Sohrab..."


Kitabın kilit cümleleri bunlar. İnsanın tüylerini diken diken eden iki cümle... Dilin nasıl etkileyici kullanılabileceğinin kanıtları...

Evet, bu güne kadar okuduğum kitaplar arasında, umudu ve umutsuzluğu; acıyı, ıstırabı ve sevinci en etkileyici biçimde dile getiren kitaptı. Sadakat ve ihanet çelişkisi. İhanet ve sadakatin vicdanlar üzerindeki ağırlığı. Kitabı okurken bazı bazı gözyaşlarınızı tutamadığınızı hissedeceksiniz gerçekten. Bu kitap, ne ihanetin ne de sadakatin karşılıksız olmadığını gözler önüne seren nefis bir eser. Dramatik bir konu, duygu yüklü anlatım ve gerçekten nefis bir eser...

Bu, ilk kitabı olmasına rağmen dili böyle etkileyici kullanması, yazarın gelecek vaat ettiğini gösteriyor. Kötülüğü ve kötüleri bu derece keskin anlatabilmesi sebebiyle de büyük bir saygıyı hak ediyor.

Romanda alttan alta bir Afgan tarihi anlatılıyor. Acılarla dolu bir tarih... Mollaların ikiyüzlülüğü, Taliban rejiminin din adına yaptığı zulümler, Taliblerin iğrençlikleri... Afganistan'ın değişimine de şahit oluyorsunuz adım adım. Tabi, hiç de hoş olmayan bir değişim bu. Ama yaşanmış ve yaşanmakta hâlâ.

Afgan çocuklarına adanan bu kitap, uzak diyarlarda duymak dahi istemeyeceğimiz kötülüklerin yaşandığını gösteren bir baş yapıt. Doyasıya yaşanmamış yaşamları gözler önüne seren bir eser. Romandaki şu söz bile bunu nasıl güzel anlatıyor: "Afganistan'da çocuk çoktu ama çocukluk yoktu."

Kitapta altı çizilesi, çok güzel başka sözler de var. Mesela Rahim Han'ın söylediği şu cümle onlardan biri: "Çocuklar boyama kitabı değildir, onları en sevdiğin renge boyayamazsın." Ama bu romandan aklımda kalan en önemli alıntı, Baba'nın Emir'e söylediği şu sözler oldu:

"Mollalar ne derse desin, yalnızca bir günah vardır, tek bir günah. O da hırsızlıktır. Onun dışındaki bütün günahlar, hırsızlığın bir çeşitlemesidir. (...)

Bir insanı öldürdüğün zaman, bir yaşamı çalmış olursun. Karının elinden kocayı, çocuklarından da bir babayı almış olursun. Yalan söylediğinde, birinin gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın. Hile yaptığın, birini aldattığın zaman doğruluğu, haklılığı çalmış olursun. Anlıyor musun? (...)

Çalmaktan daha kötü bir suç yoktur, Emir. Kendisine ait olmayan bir şeyi alan insan, bu ister bir can olsun isterse bir dilim nan... aşağılıktır. Böyle birinin yüzüne tükürürüm. Böyle biriyle yollarımız kesiştiğinde, Allah yardımcısı olsun. Anlıyorsun, değil mi?"


Romanın daha başlarındaki bu sözler bile bana nasıl müthiş bir esere başladığımı anlatmaya yetti.

Roman, yer yer postmodernist esintiler taşıyor. Özellikle rüyaların anlatıldığı, eski anıların hatırlandığı, bayılma anlarında ve ameliyat bölümlerinde narkozun etkisiyle hissedilenlerin belirtildiği bölümlerde bu çok belirgin. Mesela, zaman kavramının yok olması bunun en tipik örneği. Ayrıca kitaba genel anlamda bakıldığında bir döngüden ibaret olduğu görülüyor. Yâni birinin yapamadığını diğeri yapıyor. Mesela Baba'nın yapamadığını Emir yapıyor ve Hasan'a olmasa da Hasan'ın oğlu Sohrab'a sahip çıkıyor; Hasan'ın yapamadığınıysa Sohrab yapıyor ve Assef'i sapanla kör bırakıyor. Böyle birkaç olay daha var ki bu da romanda bir döngü olduğunu gösteriyor. Bize gerçek hayatta da "kaderde olan her şeyin bir gün mutlaka gerçekleşeceğini" öğretiyor. Biri olmazsa başka biri tarafından.

Okuru sıkmayan dil ve etkileyici bir üslup var. Öylesine samimi, öylesine içten -bir yönüyle de bizden... Afgan kültüründeki İslâm ögelerinin bizimkilerle benzer olması da bunda etkili bence.

Bir başka yönüyle de Afganistan'ın mahallelerinden, Pakistan'ın şehirlerine, Amerika'nın metropollerine kadar çok geniş mekân çeşitlemesine sahip bir roman bu. Afgan mültecilerin Amerika'daki hayatını da anlatıyor. Kaçakların göç ettiği kamyonlar ve tankerlerle; kalınan küf kokulu, mağaraya benzeyen evlerin tasvirleri çok gerçekçi. Bunda, yazarın kendisinin de bir mülteci olmasının etkisi var şüphesiz. Romanın realist olmasını sağlıyor bu da. Ama en önemli pay yazarın kurgu gücüne ait.

Son olarak, çevirmenin başarısına değinmemek olmaz. Hele bu kadar muhteşem bir çeviri yapılmışsa buna değinmemek çeviriyi yapanın hakkını yemek olur. Çeviri o kadar güzel ki okurken insana estetik zevk veriyor ve çeviri dahi sanat eseri olduğunu belli ediyor. Çevirmenin başarısı, asla küçümsenemeyecek bir başarı.

Kısaca bu; yıllar geçse de eskimeyecek bir anlatımla yazılmış, okuduktan sonra da etkisinde kalacağınız bir roman.